21 Aralık 2012 Cuma

Les Ottomans’ı, parası olanlar tercih ediyor..



Ahu Aysal, o Türkiye’nin en sıradışı otel patroniçesi. Onu farklı kılan; enerjisi, vizyonu, bilgisi ama en çok da yaşama sevinci. İşini de hayatı yaşadığı gibi keyifle yapıyor. Başarısı da bundan geliyor.
HASAN ARSLAN

Yeniliklere açık. Bu yönü, uzaya gidecek ilk Türk olmasından da belli değil mi? Ahu Aysal’la, büyük bir aşkla yaptığı mesleğini, kısa sürede marka yapmayı başardığı Les Ottomans’ı, turizme ve hayata bakışını konuştuk. Bu çok renkli kişiliği tanımak isterseniz, ipuçları Turizm Aktüel’e verdiği, aşağıda okuyacağınız röportajda gizli…

Les Ottomans fikri nasıl ortaya çıktı?
Ben Belçika’da oturuyordum. İstanbul’a da sık sık seyahat ediyordum. Buraya her gelişimde İstanbul’u yaşatan, Türk kültürünü yansıtan, Osmanlı’dan izler taşıyan bir otel aradım ama bulamadım. Araştırmalarım devam etti fakat sonuç alamadım. Halbuki, Belçikalı birkaç dostumu alıp, ‘Bakın bizim kültürümüz böyle, biz buyuz, Osmanlı budur. Geçmişimiz böyle şanlıdır, biz bunları yaparız, bunlardan hoşlanırız’ diyebileceğim bir yer olmasını çok isterdim. Ayrıca ben, otelde yaşama fikrini çok seviyorum. Otelde yaşadığın zaman her türlü hizmeti alabiliyorsun. Odana girdiğinde etrafında hiç kimse olmuyor. Bundan daha büyük bir lüks olabilir mi?

İşte böyle düşünerek, Les Ottomans’ı hayata geçirmeye karar verdim. Buranın muhteşem bir konumu var. Allah bana, İstanbul Boğazı’nda, deniz kenarında, dünyada eşi olmayan bir yerde bir otel kurmayı nasip etti. Bu nedenle çok mutluyum. Otelimin adının ‘Osmanlı’ olmasına, ilk dönemde çok da olumlu tepkiler gelmedi.  Bu adı o dönemde hiç kimse istemedi. Hep trendy bir isim olsun istediler. O zaman modernizm akımı vardı. Ben ısrarla, ‘Hayır bizi hatırlacak, bizi tanıtacak, bizi yansıtacak bir isim olacak’ dedim.  Sonuçta burası çıktı ve çok da iyi oldu. Dünya Les Ottomans’ı adıyla kabul etti. 

Les Ottomans’ın dekorasyonu hakkında bize bilgiler verebilir misiniz? Otelinizi daha çok hangi misafir kitlesi tercih ediyor?

Doğrusunu söylemek gerekirse, otelimizi parası olanlar tercih ediyor. Çoğu kimse, ‘Pahalı’ imajı nedeniyle, bırakın otelde kalmayı, yemeğe bile gelmeye korkuyor. Bu da beni üzüyor. Tamam odalar hakikaten pahalı, buna diyecek bir şey yok. Çünkü odalarda yok yok. Her türlü konforun mevcut olduğu otelimizde misafir elindeki aletlerle kapıları, perdeleri açıp kapıyor, sokak kapısından kimin geldiğini görüyor. Yani, aklınıza otomatik olarak yapılabilecek ne geliyorsa, bizim otelimizde var.

Üstelik bunu, Osmanlı dekorasyonun içine gizleyerek yaptık. Genele hakim olan Osmanlı tarzını bozmamak için dikkatli olmak gerekiyor. Sonra inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Modernizmle birleşen klasik dekorasyonumuzla fark yaratıyoruz. İşte bu nedenle odaların pahalı olması son derece normal.

Ama restoranımız pahalı değil. Ben bunun özellikle böyle olmasını tercih ettim. Çünkü burası çok güzel bir yer ve ben herkesin bu güzellikten yararlanmasını, deniz kenarında İstanbul Boğazı’na karşı güzel bir yemek yeyip çayını içmesini, havuza girmesini istiyorum. Bu güzelliği, bu keyfi herkesle paylaşmayı arzu ediyorum. Sonuçta yabancı müşteriler odalarda konaklıyor, burada da yemeğini yeyip, çayını içiyor. Kastettiğim onlar değil, Türk misafirlerdir.

Ben Türkler’in de gelip buranın keyfini çıkarmasını isterim. Ben burayı bu yüzden kendime ev değil, insanlarla paylaşabileceğim bir otel yaptım. Zaten on tane odamız var. Müşteri profili de değişiyor. Amerikalı da geliyor, Arap da,  Rus da, Fransız da, italyan da gelip kalıyor. Ama başta da söylediğim gibi, parası olan geliyor .

Oteliniz dünyaca ünlü yıldızların akınına uğruyor. Bunu nasıl gerçekleştiriyor sunuz? Nasıl bir PR çalışması yürütüyor sunuz?

Ben otelimi tek başıma dünyada tanıttım. 17 tane de ödülüm var. Hiçbir PR şirketiyle de çalışmıyorum. Çünkü, hiç kimse beni benim kadar bilemez, herkesin yaptığını ben de yapabilirim. Sıradan bir mecmuanın herhangi bir  köşesinde ufak bir Les Ottomans yazısı, iki resim. Bu mudur otelim için yapılacak tanıtım çalışması. ‘Ben bundan çok daha iyisini yaparım’ dedim ve bütün yarışmalara girdim. 17 tane ödül aldık. Böylece otelimin adını bütün dünya duymuş oldu. Ardından da pekçok tanınmış insan Les Ottomans’ta kalmak için geldi.  Ben de göğsümü gere gere onları karşıladım ve ağırladım. 

Ben, otelcilik kültürünü A’dan Z’ye biliyorum, tanıyorum. Çünkü dünyada gezmediğim yer yok. Sürekli seyahatteyim ve en pahalı otellerde kalıyorum. Böylece, kendi kulvarımda olan biten herşeyi, tüm yenilikleri yaşayarak görüyorum, öğreniyorum. Bir otel müdürü bunları gerçekleştiremez. Bu da normaldir. Çünkü onun maaşı sınırlı. O nedenle dünyayı gezemez, zaten bunu yapmaya vakti de olmaz. Ben bu işi çok seviyorum. Bu nedenle gözüm hep açık. Etrafta neler olup bitiyor onları yakalıyorum ve hemen otelime getiriyorum. Onun için de hiç kimse bir eksik bulamıyor.
Milyon dolarlık yatırım yaptınız. Türk turizmine büyük bir hediye verdiniz. Bunun karşılığında hak ettiğiniz takdiri aldınız mı?
Aksine inanılmaz zorluklar yaşadım. Bana ‘Yeni bir otel yapacak mısınız’ diyorlar. Yapamıyorum, çünkü ben bu yatırımı devletten bir kuruş para almadan, kendi sermayemle gerçekleştirdim.  Bunu yaparken de ne kadar  sıkıntılar çektiğimi, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Yan tarafta boş bir yerim var. Boğaz’ın kenarında bulunan bu kadar güzel bir yerin atıl bir şekilde boş durması yazık günah değil mi? Ama herhangi bir şekilde kullanmama izin vermiyorlar. Benim olan bir yer ama kullanamıyorum. Yalnızca ben değil, buraya yapılacak herhangi bir mekandan yararlanacak diğer insanlar da bu güzelliği yaşamaktan mahrum kalıyor. Yazık, çok yazık.
Burada bir konunun daha altını çizmeden geçmek istemem: Les Ottomans’ın açılmasında Sayın Başbakan bana çok yardımcı oldu. Hep, ‘Böyle bir imkanı niye kısıtlıyor sunuz, önünü açın. Yanlışı varsa söyleyin, onu düzeltsin ama engellemeyin. Türkiye kazansın’ diyordu. Kendilerine, yardımları için sizin aracılığınızla teşekkür ederim
Tüm bu süreçte kırgınlıklarınız ve küskünlükleriniz oldu mu?
Ben, karakterim icabı hiçbir zaman geriye dönüp bakmam. Pişmanlıklarım da yoktur. Üstelik  kolay affeden bir insanım. Kin taşımam, dün olan bir huzursuzluğu bugün unuturum.  Kendimi öyle yetiştirdim. Bu halimden de memnunum. Onun için geride kalan sürece ait kırgınlık ve küslük hatırlamıyorum. Hayat tabii toz pembe değil. Yaşarken insanın karşısına birtakım güçlükler çıkıyor. İşte o anda gerekli mücadeleyi gerçekleştirip, en büyük kavgayı veriyorum. Sonra da yoluma devam ediyorum. Her sabah söylemeye gayret ettiğim ve çok sevdiğim bir duam var. Bu dua, benim kişiliğimi anlatıyor.

Orada diyorki: “Tanrım, değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için cesaret, değiştiremeceğim şeyleri olduğu gibi kabul edebilmem için huzur, arasındaki farkı anlayabilmem için de akıl ver.” Bu, her şeyi anlatıyor. Düzeltebileceğim, aşabileceğim bir engel olduğunda ortalığı birbirine katıyorum. Ama bakıyorum ki yapabileceğim bir şey yok, orada sakin sakin huzurla oturuyorum. Ben arkada kalanla ilgilenmem, önüme, geleceğe bakarım. Böyle bir huyum var. Allaha bin şükür ki bu huzurla, kırgınlıklarımı da unuttum gitti.

Türk turizmini geniş bir açıdan ele alıp değerlendirdiğinizde, en büyük artı ve eksilerimiz nelerdir? Turizm sektöründeki en büyük sorunlar hangileridir ve çözüm için neler yapılmalıdır?

Bu güzel soru için teşekkür ederim. Ben iyi bir turizmci olduğumu biliyorum. Dünyayı gezip dolaşıyorum. Bilgilerime eklediğim tecrübelerimle, Türk turizminin röntgenini çekebiliyorum.  Öncelikle şunu söylemeliyim ki, sahip olduğumuz müthiş potansiyetopraklarımızda. li kesinlikle layık olduğu şekilde değerlendiremiyoruz.  Biz bir cennette  yaşıyoruz. Türkiye’nin her yeri ayrı bir cennet ve biz bunu yeteri kadar değerlendiremiyoruz.  Noel Baba’nın mezarı bizim topraklarımızda. Var  mı bunun üstüne bir şey?  Peki biz bunu yeteri kadar iyi  kullanabiliyor muyuz?

Türkiye’ye gelen turist deniz kenarında bir otelde kalıyor, başka da bir şey bilmeden geri dönüyor. Kimse itiraz etmesin,  bu böyle. Çünkü ben güneyde de otelcilik yaptım. Ceplerinde 100 Dolarları yok. Dışarıdan bir tane simit almıyorlar. Gelmek istediğim  noktayı tahmin etmişsinizdir. Her şey dahil, Türkiye için çok kötü bir sistem. Otel sahibi üç kuruş, beş kuruş kazanacak diye, turist otele kapatılıyor. Ama önemli olan, bir kişinin değil, Türkiye’nin kazanması. Turizmden para kazanacaksak, simitçi de kazanmalı, şoför de kazanmalı, derici de, otel dışındaki  restaurant da kazanmalı.

Ama yanlış, bir yerde değil ki. Türk milleti olarak bizler, acil yaşarız.  Bir restauranta gittiğinizde fatura mağduru olmadan çıkmak neredeyse imkansız. Çünkü sahibi açmış orayı bekliyor, müşteri yok. Bir müşteri geldiği zaman dünyanın parasını alıyor. Turist kazıklandı diye duyuyoruz. Halbuki bunun önüne geçmenin tek yolu, herşey dahilden vazgeçmektir.  Sadece sabah kahvaltısı verip, her şey dahil yapılmaması lazım. 5 yıldızlı, granitlerle süslenmiş o canım otellere de yazık. Oysa buraya gelen turistin istediği, otelin deniz kenarında olması, tertemiz bir çarşaf ve  güleryüz. Başka da birşey istemez.

Devletten bir sürü teşvik kredisi alıp, bunlarla inanılmaz büyük tesisler yapıyoruz. Harcanan paraya yazık. Bunlara gerek yok. Ama şehir otelleri lüks olmalıdır. Deniz kenarında böyle şeyler olmamalı, hiç gerek yok. 3 yıldızlı olsun, tertemiz çarşafı olsun, temiz bir kahvaltı, yemek verirsin, olur biter. Hatta pansiyonlarda tencere yemeği verebilir. Benim turizm anlayışım bu.

Misafirlerinize çok özel bir sarayda yaşadıklarını hissettiriyorsunuz. Bunu nasıl başarıyor sunuz? Sizi diğer otellerden ayıran ana unsurlar nelerdir?

Benim farkım kendim. Diğer otellerin hepsinde müdürler var, burada ben varım. Benim olmam her şeyi değiştiriyor. Ben herhangi bir otele gitsem, bana “Bu otelin sahibi, misafirleriyle kendi ilgileniyor” deseler, sonra da bu kişi gelip bana “Hoşgeldiniz” dese, o otel benim gözümde çok büyür. Bir kere kendimi güvende hissederim. “Mademki sahibi başında, mademki sahibi otel ile ilgileniyor, benim buradan alacağım her şey çok güzel olacak” diye düşünürüm.

İşte ben de, bunu otelimde uyguluyorum. Benim burada olmam, en büyük farklılık. Les Ottomans’ı diğer otellerden ayıran en büyük fark, budur. Özel davranıyorum ve bunu misafirlerime de hissettiriyorum. Onların yanına gidiyorum, konuşuyorum, ‘Hoş geldiniz diyorum. Özel olduklarını hissettiriyorum. Otelimde kapıdan giren her insan, ister konaklamaya, ister çay içmeye gelsin, benim için özeldir. Ben hizmet sektöründeyim, hizmet etmeyi seviyorum, insanları ağırlamaktan zevk alıyorum. 

Les Ottomans, açılışından bu yana birçok ödül aldı. Bunlar içinde sizi en çok gururlandıran, duygulandıran ödül hangisidir?

Türkiye’yi tanıttığım için, aldığım bütün ödüller benim için çok değerli. Aralarında seçim yapamıyorum. Hepsinden çok keyif aldım, çok gururlandım. Geçenlerde New York’ta bir olay yaşadım, o kadar mutlu oldum ki, havalara uçtum. New York’ta bir restaurantta, bir arkadaşımla yemek yiyordum. Biri yanıma geldi, “Siz Türk müsünüz” dedi. Evet dedim. Bu kez, “Les Ottomans’ın sahibi misiniz” dedi. Evet dedim. “Bu, Türkiye için çok güzel bir şey” dedi. Bunları duymak beni uçurdu.

İkincisi de, yine bir dükkandaydım. Burada biri yanıma geldi ve direkt “Sizin oteliniz var mı” dedi. Evet dedim. “Les Ottomans mı” dedi. Evet dedim. Bu iki olay beni çok mutlu etti. O yüzden hep söylerim, ben kendimi ambassador (elçi) gibi hissediyorum. Çünkü Türkiye’yi yurtdışında öyle tanıtıyorum. Hem yurtiçinde, hem de yurtdışında ona göre davranırım. Dışarıda da her fırsatta Türk olduğumu söylüyorum. Her fırsatta “Ben Türk’üm” diye bağırıyorum. Bunlar bana büyük zevk veriyor.

Türkiye’de ve dünyada Les Ottomans’ın yeni halkalarını açmayı planlıyor musunuz?

Artık kendimi düşünme zamanı geldi. Le Monge’da hazırlıkları 3 yıldır devam eden bir proje var. Devletten kredi almaya çalışıyorlar. Eski ve çok güzel, sarayı andıran bir yer.  Olursa,  Les Ottomans konseptini oraya taşımak isterim. Yoksa çok teklif aldım. Ama sokak ortasına bir yere Les Ottomans’ı taşıyamam.

Türkiye’deki ve Avrupa’daki otelleri kıyaslayarak, fiyat politikalarımız hakkındaki görüşlerinizi açıklar mısınız?

Doğruyu söylemek gerekirse, diğerleri beni hiç ilgilendirmiyor. Hilton kaça satmış, Swiss kaça satıyor hiç ilgilenmiyorum. Çünkü onların verdiği servislerle benim verdiğim servis ayrı. Herkes hesabını kitabını yapıyor, fiyat politikasını da ona göre belirliyor.  Ama Türkiye’de yapılması gereken bir şey var ki, o da ‘Herşey dahil’ sisteminin kaldırılmasıdır. Bir de, Türkiye’yi yurtdışında çok daha iyi tanıtmalıyız.

Gelen turistlere de ülkemizin taşını toprağını gezdirmeliyiz. Biz Türkiye’yi tanıtamıyoruz çünkü, otelin içine giren turist, nerde olduğunun farkında bile değil. Orada oturuyor, yiyor, içiyor, yatıyor, kalkıyor ve gidiyor. Nereye geldi, bu ülkenin kültürü nasıldır, bilmiyor. Türkiye hakikaten herkesin tanıması gereken bir ülke.

Uzaya giden ilk turizmci olacaksınız. Buna nasıl karar verdiniz?

Şu andaki heyecanımı anlatamam. Gece gündüz her dakika kafamın içinde bu var. Beynimin içinde en ufak bir uzay korkusu yok.  Küçüklüğümden beri gökyüzüne bakar, ‘Ah keşke uzaya gidebilsem de, yerçekimi olmayan ortamın nasıl olduğunu deneyimlesem’ derdim. Böyle bir fırsat ortaya çıkınca, hemen atladım. Ben gidiyorum, ben gidiyorum dedim. Hem de büyük bir zevkle, keyifle. Resmen gün sayıyorum gidebilmek için. 2014’ün başında gerçekleşmesi planlanıyor. İnşallah ilk gidenlerden olacağım.

Son olarak, turizm sektörüne bir  mesajınız olacak mı?

 Bu işi yapacaksanız, yabancı dil öğrenmek şart. Turizm sektörünün en büyük eksiklerinden birisi bu. Turistlerle elle, kolla, işaretle anlaşamazsınız. Lisan şart, şart, şart. Ama yalnızca turizmci değil, sektörün yan kollarında çalışanların da yabancı dil bilmesi gerekir.  Buna taksi şoförü de, mağazadaki tezgahtar da dahil.  Herkesin en başta lisan öğrenmesi lazım. Sonra da dürüstlük geliyor.  Bu da çok önemli bir  konu. Yalanla, dolanla, yalnızca günü kurtarmayı  düşünerek iş yapılmaz.
kaynak:http://www.turizmaktuel.com/haber-17235-Les_Ottomans8217_i_parasi_olanlar_tercih_ediyor_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.