Değerli okurlar, bu haftaki köşe yazımda bir sohbetimi aktarmak istiyorum sizlere. İsmini yazmamı istemediği için yazmıyorum ama anlaşılması gereken hususların da üstünü çizmek gerekiyor.
En son ne zaman İstanbul'a yolunuz düştü bilmiyorum, İstanbul'un kendi değişimi neredeyse tüm şehrin görüntüsünü değiştirmiş durumda. Parklarda sokaklarda şimdiye kadar görmediğimiz bir değişim var. Şehir güzelleşiyor, yeni cazibe alanları, yeni merkezler oluşturuluyor. Bu merkezlerin yerleşimcileri de değişiyor. Bu değişim kimilerimiz için “iyi yönde” addedilirken, kimilerimiz de “kötü bir gidiş” olarak nitelendiriyor. Olaya nasıl bakıldığından ziyade, bunların gerçekliği tartışılmalı. Ne kadar inkar edersek edelim, başörtülü ve çarşaflı bir nesil İstanbul gibi büyüyor.
Bu kalabalığın İstanbul'a egemen olması da, turizmden en fazla hizmet alan il olması dolayısı ile biz turizmcileri ilgilendiriyor. Sohbetinde bulunduğum mahallenin muhtarı anlatıyor; ''Bizim tatillerimiz yakın bölgelerde evler kiralamak olurdu, rahat edebileceğimiz bir otel yoktu, aslında değişen de bir şey yoktu. Hanımlar yine çamaşır bulaşık yemek derdindeyken, biz erkekler sohbet ederdik. Tek fark tebdili mekandı.''
Sonraları gelişen tatil anlayışını aktarırken daha konuya hakim ve kazanılmış bir zaferin gölgesinde konuşuyor. ''Şimdi ise uzaktan baktığımız otellerin bize göre şekillendiğini görüyoruz, iki havuz, alkol yok, kadın erkek bir arada sıkış tepiş barlarda gürültülü müzikler yok'' diyor. Tek derdi ise bu tarz bir otele bir yıl öncesinden rezervasyon yaptırıp, konfirme için sıra beklemesi olduğunu söylüyor. Peki, sevgili muhtarımın laf arasında kaydettiği şu söze söylenecek çok bir şey yok aslında, muhtarımız diyor ki ''bizler sizin işlettiğiniz otelleri fuhşun ve alkolün içildiği yer olarak görürüz, buradan gelen paranın da bize hayır getirmeyeceğini düşünürüz.''
En son ne zaman İstanbul'a yolunuz düştü bilmiyorum, İstanbul'un kendi değişimi neredeyse tüm şehrin görüntüsünü değiştirmiş durumda. Parklarda sokaklarda şimdiye kadar görmediğimiz bir değişim var. Şehir güzelleşiyor, yeni cazibe alanları, yeni merkezler oluşturuluyor. Bu merkezlerin yerleşimcileri de değişiyor. Bu değişim kimilerimiz için “iyi yönde” addedilirken, kimilerimiz de “kötü bir gidiş” olarak nitelendiriyor. Olaya nasıl bakıldığından ziyade, bunların gerçekliği tartışılmalı. Ne kadar inkar edersek edelim, başörtülü ve çarşaflı bir nesil İstanbul gibi büyüyor.
Bu kalabalığın İstanbul'a egemen olması da, turizmden en fazla hizmet alan il olması dolayısı ile biz turizmcileri ilgilendiriyor. Sohbetinde bulunduğum mahallenin muhtarı anlatıyor; ''Bizim tatillerimiz yakın bölgelerde evler kiralamak olurdu, rahat edebileceğimiz bir otel yoktu, aslında değişen de bir şey yoktu. Hanımlar yine çamaşır bulaşık yemek derdindeyken, biz erkekler sohbet ederdik. Tek fark tebdili mekandı.''
Sonraları gelişen tatil anlayışını aktarırken daha konuya hakim ve kazanılmış bir zaferin gölgesinde konuşuyor. ''Şimdi ise uzaktan baktığımız otellerin bize göre şekillendiğini görüyoruz, iki havuz, alkol yok, kadın erkek bir arada sıkış tepiş barlarda gürültülü müzikler yok'' diyor. Tek derdi ise bu tarz bir otele bir yıl öncesinden rezervasyon yaptırıp, konfirme için sıra beklemesi olduğunu söylüyor. Peki, sevgili muhtarımın laf arasında kaydettiği şu söze söylenecek çok bir şey yok aslında, muhtarımız diyor ki ''bizler sizin işlettiğiniz otelleri fuhşun ve alkolün içildiği yer olarak görürüz, buradan gelen paranın da bize hayır getirmeyeceğini düşünürüz.''
İşte konunun özü bu sevgili okurlar. Muhtarın görüşü, belediyenin görüşü, valiliğin görüşü, onun görüşü, hükümetin görüşü ise, turizmde inisiyatif sahibi imza salahiyetindeki isimler de olaya böyle bakıyorlarsa, bir çarkın arasına takılmış zincir gibi sistemi yok edebilirler. Sistemin yurt dışı endeksli kanadında bu sorun yaşanmazken, kendini iç pazara angaje etmiş otellerin %20’leri geçemeyen ortalama doluluklarının asıl sebebinin TÜRKİYE'DEKİ DEMOGRAFİK DEĞİŞİMolduğunu, İstanbul ve daha birçok ilde turizm algılayışının değiştiğini, insanların değiştiğini ve sistemin çatladığını görmemiz gerekiyor.
Bizim sormamız gereken sorular ise şu ''Gelir geçer bunlar, bu anlayış da yok olacaktır'' demek, ya da ''Beş yıl ya da on yıl ne kaybederim, biz de bazı otellerimizi onlara göre şekillendirelim'' mi demeliyiz. İşte burada, hayat görüşü ve hayat tarzı ile para kazanmak ve otelini ayakta tutmak arasındaki içsel savaşımıza şahit oluyoruz.
Ülkemizde tatil isteyen %50'lik bir kısım var ki bunlar (onların tabiri ile) hizmetlerimizden memnun değil... Direnmenin getirileri kadar götürüleri de var ki, bu da sektöre para kaybettirmeye devam edecek. Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi ''Başarılarda gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe direnmek lazımdır.''
Benim naçizane görüşüm ÇAĞDAŞ ve ETKİN TURİZM POLİTİKALARI ile değişen iç dinamiklere uyum sağlamaktır. Gerekirse Levent Kırca'nın babasının vefat haberini almış olduğu halde çıkıp sahnede insanları güldürmeye çalıştığı gibi PROFESYONELLİK içinde olmak ve bu süreci kazasız belasız atlatabilmektir.
Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.